Zeyneb Bint Cahş, Muhammed’in oğulluğu Zeyd’in karısıdır. Zeyd’i Muhammed
kcndisine “oğul” edindiği için herkes ondan “Muhammed’in Oğlu (Zeyd Ibn
Muhammed)” diye söz eder.
Muhammed bir gün, Zeyd’i görmek için onun evine gider. Zeyd’i bulamaz, Zeyd’in
karısı Zenneb’le karşılaşır. Birden tutulur Zeyneb’e. Bir kadına Muhammed’in
ilgi duyması, o kadının başka erkeğe -bu erkek kocası da olsa- uygun olmaktan
çıkması ve dolayısıyla Muhammed’in olması gerektiği sonucunu doğurmaktadır. Bu
nedenle Zeyd durumu ögrenir öğrenmez Muhammed’e gidip konuşur.
Zeyd:
-Karımdan ayrılmak istiyorum.
-Karımdan ayrılmak istiyorum.
Muhammed:
-Neden? Seni kuşkuya düşürecek bir şey mi yaptı?
Zeyd:
-Vallahi hayır. Beni kuşkuya düşürecek hiçbir şeyi olmadı.Onun iyilikten başka birşeyini görmedim. (Zeyd’ in eşini boşamak istemesinin nedeninin Müslümanların dediği gibi geçimsizlik değil de Muhammed’ in onu arzu etmesi olduğunu ispatlayan cümleler)
Muhammed:
- Öyleyse karını bırakma, Tanrı’dan kork!
Muhammed “karını bırakma” derken, gerçekte sevdiği Zeyneb’in boşanmasını istiyordu. İstiyordu ki Zeyd onu boşasın da kendisi alsın.
Ama bu isteğini ve sevgisini içinde gizliyordu.
İşte bunun üzerine, Ahzab Suresinin 37. ayeti gelir. (Bkz. Taberi, Camiu’l-Beyân, 22/10-II.) “Tabakatu İbn Sa’d”da daha geniş olarak yer alan bu aktarmayı, doğubilimciler ele alıp eleştiri konusu yapıyorlar diye, gerçekleri örtme ya da ters yüz etme pahasına da olsa İslam’ı kurtarma çabasına girişmiş görünenler “iftira” diye niteliyorlar. Bu öykü, yüzyıllar boyu “hadis” kitaplarında ve tefsirlerde yer ala gelmiş olduğu halde. Şimdi ayete bakalım. Ayetin anlamı şöyle: (Çeviri, Diyânet’in)
“Ey Muhammed! Allahın nimet verdiği ve seninde nimetlendirdiğin kimseye: “Eşini bırakma, Allah’tan sakın!’ diyor; Allah’ın açığa vuracağı şeyi içinde saklıyordun. İnsanlardan çekiniyordun. Oysa Allah’tan çekinmen daha uygundu. Sonunda Zeyd, eşiyle ilgisini kesti- ğinde onu seninle evlendirdik. Ki, evlatlıkları eşleriyle ilgilerini kestiklerinde onlarla evlenmek konusunda müminlere bir sorumluluk olmadığı bilinsin. Allah’ın buyruğu yerine gelecektir.” (Ahzâb, ayet: 37.)
Bu ayette anlatılanlar:
1- Muhammed, Zeyd’e “karısını boşamamasını” söylerken içinde bir şey
saklıyordu. Bunu da sonradan Tanrı açığa çıkaracaktı. Muhammet’in içinde
sakladığı neydi?
Yukarıdaki öyküye göre, bu sorunun iki karşılığı olabilir:
1- Muhammed’in içinde sakladığı şey, Zeyneb’e olan aşkıyla birlikte,
Zeyd’in onu boşaması ve kendisini almasına olanak sağlamasını istemesiydi.
Yukarıdaki öyküyü “uydurma ve iftira” diye niteleyenlerse; Muhammed’in içinde
sakladığı ayette bildirilen şey için şu karşılığı veriyorlar: Onun sakladığı
şey, yalnızca, Zeyd’in karısının boşanması ve onunla kendisinin evlenmesi
isteğiydi. Oysa bunlar hep iç içe şeyler. Çünkü Muhammed Zeyneb’e tutulmuşsa,
kocasının onu boşamasını ve kendisinin almasını istemesi doğaldı. Bu yoldaki
isteğini gizlemesiyle aşkını da gizlemiş oluyordu.
2- Muhammed’in içindekini gizlemesine, insanlardan korkup çekinmesine yol
açıyordu.
Peki bu korkuya, çekinmeye yol açan neydi? Yani Muhammed, içindekini açığa vurduğu zaman insanların ne yapacaklarını düşünüyordu ki, onun korkusunu taşıyordu? Bu soruya şu karşılık veriliyor: Muhammed, oğulluğunun karısını almaya kalkıyor diye dedikodu yapılmasından çekiniyordu. Çünkü gelenek, böyle bir duruma elverişli değildi. Oğulluğun karısıyla evlenmek çirkin karşılanırdı. (Bkz. Muhammed Ali Sabuni, Safvetu’t-Tefasir, 2/527-528 ve öteki tefsirler.) Öyküye göre şu karşılık da verilebilir: Muhammed, hem Zeyd’den, hem de öteki insanlardan çekiniyordu. Başkasının, üstelik de “oğulluğu”nun karısına göz koyduğu için… Bir süre bu nedenle durumu açığa vurmamıştı. Ama sonra, “ayetin gelişi” sorunu çözmüştü.
Peki bu korkuya, çekinmeye yol açan neydi? Yani Muhammed, içindekini açığa vurduğu zaman insanların ne yapacaklarını düşünüyordu ki, onun korkusunu taşıyordu? Bu soruya şu karşılık veriliyor: Muhammed, oğulluğunun karısını almaya kalkıyor diye dedikodu yapılmasından çekiniyordu. Çünkü gelenek, böyle bir duruma elverişli değildi. Oğulluğun karısıyla evlenmek çirkin karşılanırdı. (Bkz. Muhammed Ali Sabuni, Safvetu’t-Tefasir, 2/527-528 ve öteki tefsirler.) Öyküye göre şu karşılık da verilebilir: Muhammed, hem Zeyd’den, hem de öteki insanlardan çekiniyordu. Başkasının, üstelik de “oğulluğu”nun karısına göz koyduğu için… Bir süre bu nedenle durumu açığa vurmamıştı. Ama sonra, “ayetin gelişi” sorunu çözmüştü.
3 – Muhammed’in, oğulluğundan boşanan Zeyneb’i alması bu yönde herkese bir
kapı açmasına yöneliktir.
Ayette ileri sürülen gerekçe bu.Yani, herkes oğulluğunun boşanan karısıyla rahat evlenebilsin diye Muhammed’in Zeyneb’le evlendirildiğini açıklıyor.’ Bu açıklama karşısında da bir soru beliriyor:
- Bu evlilik olmadan da soruna çözüm getirilemez miydi? Örneğin, bir
ayetle, herkese böyle bir yola gitmenin “helal” olduğu bildirilirdi; sorun
kalmazdı. Neden bu çözüm yolu seçilmedi de, ille de Muhammed’in Zeyneb’le
evlendirilmesi gerekli görüldü? Bu sorunun karşılığı yok. (Admin’ in Notu:
Turan Dursun’un buraya kadar anlattığı öykünün devamını Arif Tekin’ in
“Kuran’ın Kökeni” adlı kitabın 166. sayfasından itibaren görelim:
“.. Muhammed, Zeyd’ i çağırıp bu ayeti (Ahzap, 37) anlattıktan sonra ona şu
görevi veriyor: “Git Zeynep’ e bu olayları anlat ve onu bana iste.. Zeyd,
kapıya varınca içeri giremiyor ve yüzünü çevirerek, -kendi anlatımına göre-ter
içinde, sanki dünya başına yıkılmış gibi bir ruh hali içinde kendisinin
Muhammed’in elçisi olduğunu ve onu istemeye geldiğini söylüyor. Zeynep ise o
sırada hamur işi yapmaktadır. Zeyd’i dinledikten sonra olumlu yanıt vermiyor ve
“düşünmem lazım” diyerek ibadet odasına çekiliyor. Zeyd, bu olumsuz haberi
Muhammed’ e bildirince Muhammed artık buna dayanamıyor ve doğruca Zeyneb’in
evine giderek ona el koyuyor. Gerekçe, o sırada inen Ahzab Suresi’nin 37.
ayetindeki “Ey Habibim, Zeyneb’i biz sana nikahladık” cümlesidir. Artık bu
ayete dayanarak ne Zeynep’e mehir ücretini veriyor, ne evlenme için şahit
tutuyor ve ne de Zeynep’in akrabasından izin alıyor. Bu sırada Muhammed 58
yaşında Zeynep ise 35 yaşında idi. Üstelik Muhammed’in yanında şu hanımları
vardı:
1) Aişe (12 yaşında)
2) Hafsa (23 yaşında)
3) Ümmü Seleme (30 yaşlarında)
Olay burada da bitmiyor. Muhammed’in Zeyneble evlenmesinden kısa bir süre
sonra (Hicri 6. yıl) Zeyd, Muhammed tarafından üst üste 6 küçük savaşa-baskına
gönderiliyor. Bunlar şunlardır:
1) Beni Süleym 2) İys 3) Taraf 4) Hisma 5) Vadi’l Kura 6) Ümmü Kirfe.
Zeyd, bunların hiç birinde vurulmayarak başarıyla dönüyor. Sonunda Muhammed
Zeyd’i tarihte “Mute Savaşı” olarak bilinen savaşta 3000 kişilik Müslüman
ordusuyla yaklaşık 100.000 kişilik Rum ordusunun karşısına çıkarıyor. Üstelik
Halit Bin Velid gibi daha usta bir komutan var iken. Zeyd bu sefer öldürülüyor.
İşte...........................................Hz. Muhammed'in gerçek yüzü....................................................................
Karılarından Aişe, Muhammed’e şöyle diyor:
-”Ma era rabbeke illa yüsariu hevake” (Bkz. Buhari, e’s-Sahih, Kitabu’t-Tefsir/33/7,Kitabu’n-Nikah/29;Diyanet yayınlarından Tecrid, hadis no:1721;Müslim, e’s-Sahih, Kitabu’r-Rıda/49,hadis no:1464;İbn Mace Sünen, Kitabu’No:-Nikah/57, hadis No: 200; Ahmed İbn Hanbel,6/134,158)
Nedir bu sözün Türkçesi?
“Vallahi Rabbinin, senin arzunu hemen yerine getirdiğini görüyorum.” (Ahmed Davudoğlu, Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi. 7/402)
“Rabbin Teala (kadınlarının değil) ancak senin arzunun tahakkuka müsaraat ediyor. (Çeviri: Kamil Miras, Diyanet Yayınlarından)
Aişe’nin sözü dilimize şöyle de çevrilebilir:
“Bakıyorum da, senin Efendi Tanrın , yalnızca senin şeyinin keyfini (hevanı) yerine getirmek için koşuyor.”
Hadiste, efendi tanrının yalnızca Muhammed’in hevası için koştuğu açıkça belirtiliyor.
Heva: İnsanın arzusu, isteği. Ama buradaki herhangi bir arzu, istek değil; cinsel istektir söz konusu olan. Çünkü buradaki konu, cinsel isteğin üzerinde durulduğu bir konu. Ayrıca “heva” söylendiğinde ilkin bu kavramda kullanılır. Rağıp da, heva için : “Meylun’nefsi ile’eş-şehveti” (Bkz. Müfredat, Heva) diyor. Yani “nefsin şehvete eğilimi.”
Rağıb, aynı yerde, heva'nın “şehvete eğilimli olan nefsin kendisi için de söylenebileceği”ni belirtiyor.
Aişe neden böyle diyor?
Muhammed’in çok karısı var. Yaşlanmış olan Sevde Bint Zema’nın dışında hepsi genç, hepsi güzel. Ve hepsi de cinsel istekli. Adalet olsun diye, Muhammed’in bunlarla cinsel birleşmesi sıraya konmuştur. Sevde’nin dışında kimse, sırasını başkasına kaptırmak istemiyor. İşte bu böyleyken, “ayet” geliyor; durumu değiştiriyor:
Muhammed’in “heva”sı, “adalet”in önüne geçiyor:
Muhammed’in kadın seçimi, cinsel alandaki isteği, hadisteki sözcüğü ile hevası, adalete baskın geliyor ve sıra Muhammed’in isteği doğrultusunda, ayetle bozuluyor. Ahzab suresinin 51. Ayeti şu sözlerle başlıyor:
-”(Ey Muhammed!) Onlardan (yani karılarından) dilediğini geriye bırakır, dilediğini öne alabilirsin…”
Ne demek bu?
Hadis ve yorumlara göre şu demek:
-”Ey Muhammed! Artık nöbet, sıra zorunlu değil senin için. Nöbeti, sırası gelse bile, dilediğin karınla cinsel birleşmeyi erteleyebilir, ondan önce dilediğin karınla yatabilirsin.”
Sözün özü: Kuran’ın tanrısı, Muhammed’in, karılarıyla olan cinsel ilişki düzenindeki işini kolaylaştırıyor. İlişkiyi sıraya koyma zorunluğunu kaldırıyor. “Hangi karınla ne zaman yatmak istersen özgürsün” diyor.
İşte bunun üzerine Aişe dayanamayıp o sözü söylüyor:
-”Görüyorum ki senin Efendi Tanrı’n, senin şeyinin keyfini …”
Aişe, bu durumu daha sonra, Ahzab’ın 51. Ayeti gelince anladığını; 50. Ayet
geldiğindeyse bunu pek anlayamadığını ve o nedenle, 50.ayette, Peygambere
kendini (hem de mehirsiz olarak) verebilecek kadından söz edilince şu tepkiyi
gösterdiğini belirtiyor:
-”Olacak şey mi? Bir kadın utanmaz mı ki, kendini bir erkeğe armağan
etsin?” (Tecrid, hadis no:1721)
Karılar içinde ayrıcalıklı olanlar:
Karılar içinde ayrıcalıklı olanlar:
Muhammed, kimi karılarını daha çok severdi. Kimini de daha çok tutardı. En
çok tuttuğu karılarının başında Aişe geliyordu. Ebubekir’in kızıydı, o nedenle
de etkiliydi. Zaman zaman Muhammed’e kafa tutar gibi durumları bile
olabiliyordu. Zeki de olduğu için, birtakım ayrıcalıklar sağlayabilmişti.
Muhammed’in cinsel ilişkilerindeki sıra düzeni bozulunca, karılar içinde en çok
yararlanan o olmuştu. Boşamasın diye Muhammed’in hoşnutluğunu kazanmak isteyen
yaşlı ortağı Sevde Bint Zem’a'nın “gün”ünü almıştı. Başka kumaların gününde de
Muhammed’le yatabilirdi. Muhammed istediğinde, kendi günüyse başkasına vermezdi.
Muhammed’in canı başka kadınla yatmak istese bile vermezdi gününü, sırasını.
Aişe: “Günümü kimseye vermem”!
Aişe’nin anlattığına göre: Muhammed’e, herhangi bir karısının gününü, sırasını gözetmeksizin; dilediği karısıyla dilediği zaman yatma özgürlüğü veren “ayet”, yani Ahzab suresinin 51. ayeti geldikten sonra da, Muhammed’in Aişe’nin gününde başka kadınla yatmak istediğinde Aişe’den izin alma gereği duyardı. İzin isterdi ama Aişe geri çevirirdi:
-”Eğer izin verme, vermeme yetkim varsa vermek istemiyorum. Tanrı elçisi! Bilesin ki hiçbir kimseyi sana (seninle yatmaya) yeğ tutmam.”(Bkz. Buhari, e’s-Sahih, Kitabu Tefsiri’l-Kur’an/33/7)
Hadisten anlaşıldığına göre, Aişe’nin bu karşı koyuşuna Muhammed artık ses çıkarmamış; “Ayet var. Ayet bana istediğim zaman dilediğim karımla yatma yetkisini vermiştir” dememiş ya da diyememişti.
Muhammed’in karıları arasında hizipleşme;
Peygamberin karıları iki hizibe ayrılmıştı: Bir kesimde Aişe, Safiyye ve Sevde vardı. Öbür kesimdeyse Ümmü Seleme ve peygamberin öteki karıları. Müslümanlar, peygamberin Aişe’ye olan sevgisini biliyorlar; o nedenle depeygambere bir armağanda bulumak isteyen biri olduğunda armağanı sunmayı geciktirir; peygamber Aişe’nin odasına gittiğinde sunardı.
Muhammed’ in Karıları: “Adalet isteriz!”
Bunu üzerine, Ümmü Seleme hizibi söylenmeye başlandı. Bu kesimde olan
kadınlar gidip Ümmü Seleme ile konuştular:
-Ümmü Seleme! Peygambere söyle. Herkesle konuşsun; Peygambere kim bir armağan vermek isterse, peygamberin hangi karısının yanında bulunduğuna bakmaksızın armağanını sunmasını duyursun.
Muhammed aldırmıyor:
Ümmü Seleme, karıların dediklerini peygambere söyledi. Ama peygamber bir şey söylemedi. Karılar gelip Ümmü Seleme’ye sordular:
-Ne dedi peygamber?
-Bana bir şey demedi.
-Öyleyse bir kez daha söyle ona!
Ümmü Seleme, kendi gününde (ilişki için) geldiğinde peygambere yine söyledi. Ne var ki peygamber ona yine bir şey söylemedi. Kadınlar sorunca yine “peygamber bana bir şey söylemedi” dedi. Kadınlar da, “sana karşılık verinceye kadar söyle ona söylediklerimizi” dediler. Peygamber cinsel ilişki için dönüp geldiğinde, Ümmü Seleme ona kadınların dediklerini yine anlattı. Bu kez peygamber konuştu:
Muhammed: “Bana vahiy, yalnızca Aişe’nin gününde geliyor”!
-Aişe konusunda beni üzme! Bil ki, hiçbir kadın koynumdayken bana vahiy gelmez de, yalnızca o koynumda bulunduğu sırada bana vahiy gelir.
Bunun üzerine Ümmü Seleme şöyle dedi:
-Ey Tanrı Elçisi! Seni üzdüğüm için tanrıya sığınıp tevbe ediyorum!
Karılar, Muhammed’in kızı Fatıma’yı araya koyuyorlar:
Aynı kadınlar sonra peygamberin kızı Fatıma’ya başvurdular; onu peygambere gönderdiler. Şöyle demesini istediler:
-Karıların tanrı için senden, Ebubekir’in kızı (Aişe) konusunda (kayırmayı bırakıp) adaletli davranmanı istiyorlar.
Fatıma’nın aracılığı da bir sonuç vermiyor:
Fatıma da peygamberle konuşup kadınların dediklerini iletti. Peygamberse şöyle karşılık verdi:
-Kızcağızım (sevgili kızım)! Benim her sevdiğimi sen sevmezmisin?
Fatıma karşılık olarak:
-Evet!
Peygamber:
-Öyleyse sen de Aişe’yi sev!
49 yaşındaki adam (Muhammed), 6 yaşındaki bir çocuk (Aişe) ile evleniyor:
Yine Aişe’nin kendisinin anlattığını dile getiren bir hadis:
Bu hadisin başında, Aişe aynen şöyle diyor:
-”Peygamber benimle evlendi; ben o sırada 6 yaşındaydım.”
Evet, bir yanda 49 yaşındaki Muhammed, öbür yanda 6 yaşındaki Aişe evleniyorlar. Muhammed ile evlendiği zaman Aişe’nin 6 yaşında olduğunun İslam dünyasında kabulu zorunlu. Çünkü bunu anlatan hadis, tartışmasız sağlam (sahih) kabul edilir. Bu hadisi, İslam dünyasında en sağlam olarak benimsenegelmiş olan Buhari’nin ve Müslim’in E’s-Sahih’lerinde de buluyoruz.
Anlatıldığına göre evlilik gerçekleşiyor ama yine de 3 yıl kadar zifaf (yani cinsel birleşme) gerçekleşmiyor. Bu süre geçtikten sonra oluyor zifaf !
Aişe 9 yaşındayken 52 yaşındaki Muhammed ile gerdeğe giriyor:
Hadisi izleyelim. Aişe anlatıyor:
-”Ve be dokuz yaşındayken benimle gerdeğe girdi. Medine’ye göçmüştük. Haris
İbn Hazrec oğullarına konuk olduk. O sırada sıtmaya yakalandım. Saçlarım
döküldü. Saçlarım yeniden geldi; bölükler oluştu. Annem Ümmü Ruman bana geldi.
Arkadaşlarım ile birlikte salıncakta sallanıyorduk. Annem beni çağırdı. Yanına
gittim. Benden ne istediğini bilmiyordum. Elimi tutup alıp götürdü. Evin
kapısına gelince durdu. Soluk soluğa kalmıştım. Sonunda soluğum biraz yatıştı.
Annem, sonra biraz su alıp yüzüme başıma değdirdi. Sonra beni eve soktu. Bir de
baktım ki bir takım Medineli kadınlar. Evdeler. Bana şöyle demeye başladılar:
-Hayırlı, bereketli olsun. İyi şanslar.
Annem beni bu kadınlara teslim etti. Bunlar benim saçımı başımı yıkadılar, beni güzel bir biçimde hazırladılar. Peygamberle birden karşılaşmaktan başka hiçbir şey beni korkutmamıştı. Kadınlar, beni ona teslim ettiler. Ve ben o sıralar 9 yaşındaydım.”
Aişe, Muhammed’in koynuna verilmek üzere götürüldüğünde, salıncakta sallanıp oynayan bir oyun çocuğuydu. Yani Muhammed, 52 yaşında böylesine bir çocukla cinsel birleşimde bulunmuştu.
SAHİH-İ BUHARİ’ DEN
Bir kız 9 yaşına geldiğinde, İslam hukukunda “şehvet konusu” oluyor:
Aişe 9 yaşındayken Muhammed’in koynuna sokulmuş olunca, İslam hukuku bundan şu sonucu çıkarıyor:” 9 yaşındaki bir kız, müştehat (şehvete konu olabilecek çağda) sayılır” diyor. Ve bu nedenle de 9 yaşındaki bir kız çocuğu ile evlenilebileceğini bildiriyor.
Aişe, Muhammed’in karısıyken büyüyecek ve 18-19 yaşına geldiğinde de
Muhammed’in ölümü üzerine, kimi kumaları gibi, çok genç yaşta dul kalacaktır.
Ve hiçbir erkekle evlenmemeye “mahküm” edilerek…Muhammed’in karıları,
müminlerin anaları sayıldığı için…
Aişe’nin kaybolan kolyesi ve Safvan:
Muhammed, Mustalıkoğluları’ na karşı gece baskını için yola çıkma hazırlığında. Yıl : Miladi 627. Bu sırada Muhammed, Aişe’ yi de yanına almıştır. Aişe 9 yaşındayken Muhammed’ in koynuna verildiği tarih, eğer Hicri şevval ya da zilkade 1 / Miladi mayıs ya da haziran 623 ise- 13 yaşındadır daha. Aynı gece baskınının sonucunda, tutsaklar arasında güzelliğiyle göze çarpacak ve başkasına düşmüşken alınıp Muhammed in koynuna verilecek olan Cüveyriyye’ yle aynı yaşta. Devenin üzerinde kapalı bir yer (“mahmil”); Aişe de içinde. Gidilir; baskın yapılır, elde edilecekler elde edilir ve dönüş başlar. Gidiş Medine’ye doğru. Derken bir konak yerinde biraz kalınır. Gecenin bir kesimi. Bir süre sonra; kalkıp yola koyulmaya yöneliş. Tam bu sırada bir şey olur: Aişe çişi için ya da öbür işini görmek üzere birlikten ayrılır. Ayrılışını haber verse olmaz mıydı? Olurdu ama, kimseye haber vermemiş işte. Çişi ya da öbür işi olup bittikten sonra döner; ama bir terslik: Göğsünü yokladığında, kolyesini bulâmaz ve kopup düştüğünü anlar. Geri dönüp gerdanlığını aramaya koyulur. O sırada Aişe devesinin üzerindeki kapalı yerinde bulunuyor sanıldığı için herkes habersiz ve birlik uzaklaşıp gitmiştir. Aişe, kolyesini bulur; ama işte o saatlerde, yolda yapayalnız. Konaklandığı yere gelir, orada bekler. Gelsin götürsünler diye… Beklerken uyku bastırır ve uyur. Ve bu sırada: Muattal Oğlu Safvan. Arkadan gelmiş, Aişe’ yi görünce de şaşırmıştır. Şaşkınlığını anlatan sözler. Onun bu sözlerine de Aişe uyanır. Safvan, Aişe’ yi devesine bindirir. Yola koyuluş. En sonunda, bir konak yerinde birliğe ulaşılır. Bu sırada da dedikodular başlar… Aişe’ nin kendi anlattığına göre gerçek bu. (Bkz. Buhâri, e’s-Sahih, Kitabu’ş- Şehâdât/15; Kitabu’I-Meğâzî/34; Tecrîd, hadis no: 1151; Müslim, e’s- Sahih, Kitabu’t-Tevbe/56, hadis no: 2770.)
Olayda akla gelen sorular:
1) Aişe çişi ya da öbür türlü işi için ayrılıp giderken kimseye neden haber
vermemişti? Eğer bunun nedeni, çocuk yaşta oluşu idiyse; bu yaşta oluşu biri
tarafından kandırılmaya da elverişli değil miydi?
2) Aişe ayrılıp giderken o denli insan içinde nasıl olmuştu da kimse
görmemişti? Gören olmuştuysa, dönüşü neden izlenmemişti? Döndüğü görülmedikçe,
“dönmüş; mahmiline girmiştir!” yargısı nasıl oluşmuştu?
3) Hadiste belirtildiğine göre, Aişe’nin deve üzerindeki “hevdec”ini
(mahmil) indiren, sonra yine yükleyenler ve Aişe’ ye “hizmet edenler” vardı.
(Hadis’e aynı kaynaklarda bkz.) O “hevdec”, dinlenme yerinde deveden
indirildiğine göre, sonra deveye yüklenirken içinde
4) Aişe var mı, yok mu diye niçin bakılmamıştı? Hizmet edenler bakabi-
lirlerdi. Yine hadiste belirtildiğine göre, “hicab” yani erkeklere karşı
“örtünme, perde ardına geçip saklanma” gerektiren bir ayet hükmü bulunmadığı
zamanlarda, Safvan, Aişe’ yi görmüştü. (Hadise, aynı kaynaklarda bkz.) Yani
Safvan’ la Aişe birbirlerini tanıyorlardı. Bu “tanışma”, ileri ölçülerde bir
“anlaşma” ya varmış olamaz mıydı?
Aişe “zina” ile suçlanıyor:
Aişe’nin Safvan’ la yolda “neler yapmış olabileceği” üzerinde duruluyordu.
Yoğunlaşan kuşku. Dedikodular alıp yürümüştü. Son derece yaygın bir duruma
gelmişti giderek. Muhammed’ in bile Aişe’ ye karşı olan her zamanki tutum ve
davranışında bir değişme olmuştu: Aişe diyor ki: “Medine’ye gelince ben bir ay
hastalandım. Meğer o sırada, iftiracıların dedikoduları dolaşıyormuş.
Hastalığımda beni işkillendiren bir şey oldu: Peygamber’den de, her
hastalığımda gördüğüm ilgiyi inceliği artık göremiyordum. Yalnızca gelip selam
veriyor ve ‘nasılsınız?’ diyordu, o kadar.” (Hadis’e aynı kaynaklarda bkz.)
Aişe dedikoduları duyup öğrenince üzülmüştür. Hastalığı daha da artmıştır
bunun üzerine. Muhammed’den izin alır ve babasının evine gider. Orada da,
durumuna ilişkin “Tanrısal bir açıklama” bekler. (Aynı hadise bkz.)
Beklenen “vahiy” bir türlü gelmiyor:
Hadiste, bu olaya ilişkin “vahy”in “gecikmesi”nden sözediliyor. Ve
Muhammed, “karı”sından, yani “Aişe”den ayrı kalışından doğan soruna çözüm için
yakın çevresini topluyor. Bunların içinde Ali de vardır. Ali, görüşünü şöyle
dile getiriyor:
- “Ey Tann Elçisil Tanrı dünyayı sana dar etmedi ya! Aişe’den başka da kadın var, kadın çokl” (Bkz. Aynı hadis.)
Ali, gerçeği öğrenmek için Aişe’nin cariyesi Berire’nin tanıklığına da başvurulabileceğini söylüyor Muhammed’e. Muhammed bu tanıklığa başvurduğunda, cariye, “hanımı için iyilikten başka bir şey bilmediğini” söylüyor. Muhammed sorup soruşturduğuna göre, belli ki adamakıllı “kuşkulu”. Bu “kuşku”, onun Aişe’ye söylediği yine aynı hadiste açıklanan şu sözlerden de çok açık biçimde anlaşılıyor:
Muhammed: “Aişe! Böyle bir suçun varsa tövbe et!”
- “Aişe! Senin hakkında bana şöyle şöyle dedikodular geldi (Safvan’la
ilişki kurduğundan sözediliyor). Eğer bu suçu işlemedinse Tanrı seni
aklayacaktır. Ama eğer işledinse bu suçundan dolayı Tanrı’ya yönel, tevbe et!
Çünkü bir kul, suçunu boynuna alır ve tevbe ederse, Tanrı da onun tövbesini
kabul eder.” Aişe, Muhammed’in bu sözlerine, babasının ve anasının karşılık
vermelerini ister. Onlar karşılık vermeyince de, Muhammed’e kendisi karşılık
verip sonucu sabırla bekleyeceğini söyler.
Ve sonunda “vahiy” geliyor:
Konuşmadan sonra Aişe, yatağına dönmüştür. “Bekleme”de… Aişe, kendisinin
söylediğine göre, hakkında “Kur’ an ayeti” ineceğini filan beklemiyordu. “Ben
kim oluyorum ki Tanrı, Kuran’da benim sorunuma ilişkin ayet indirsin!” türünden
açıklaması var Aişe’ nin. Yine açıklamasına göre, beklediği yalnızca,
“Muhammed’ in rüya görmesi” ve onun “rüyasında aklanması”. Ama beklediğinin
ötesinde olur gelişme: Muhammed her vahiyde olduğu gibi özel bir duruma
girmiştir. Daha sonra da konuya ilişkin “vahyin geldiğini” açıklar. Aişe’ ye
anası, kalkıp Muhammed’ e “teşekkür” etmesini söyler. Ama Aişe bunu yapmaz;
vahyi gönderen “Tanrı” olduğuna göre, Muhammed’ e değil; O’ na teşekkür etmesi
gerektiğini belirtir. (Bkz. Aynı hadis.)
Aişe’nin “zina” etmediğine ilişkin “18 ayet” birden iniyor:
Onca (hadise göre bir ay) gecikmeden sonra “vahy” gelmiştir. Hem de kimine
göre “10 ayet”, kimine göreyse “18 ayet” birden… (Bkz. Nûr, ayet: 11-20. Buna
göre toplam: 10 ayet. Ama tefsirlerde toplam: 18 ayet olduğu belirtilir. Bkz.
Nesefi, Tefsir, 3/134; F.Râzî, e’t-Tefsiru’l-Kebîr, 23/173.) Bu ayetler,
birinci ve ikinci orijinalleri yakıldığı için Muhammed dönemindeki biçimini tam
olarak bilemediğimiz (bunun için daha sonraki yazılara bkz.) Kur’an’ın
bugünkünde, Nur Suresinde yer alıyor.
Bu ayetlerde, “zinayı” kanıtlamak için
“dört tanık göstermek gerektiği”, bu gösterilmediği zaman iftira olacağı
açıklandıktan (bkz. Nur, ayet: 13) sonra, ad vermeden “iftira edenler” çok ağır
biçimde kınanıyor.
İşte âyetlerden bir kesim (Diyanet’in resmi çevirisiyle):
- “Muhammed’ in eşine o yalanı uyduranlar, içinizden bir gürûhtur. Bunu
kendiniz için kötü sanmayın. O, sizin için hayırlı olmuştur. O kimselerden her
birine, kazandığı günâh karşılığı, cezâ vardır. İçlerinden elebaşılık yapana
ise, büyük azâb vardır. Onu işittiğiniz zaman; erkek, kadın mü’minlerin,
kendiliklerinden hüsn-ü zanda bulu- nup da: ‘Bu apaçık bir iftiradır!’ demeleri
gerekmez miydi? Dört şahid getirmeleri gerekmez miydi? Işte bunlar, şâhid
getirmedikçe Allah katında yalancı olanlardır. Allah’ın dünyâ ve âhirette size
lutuf ve merhameti olmasaydı o kötü sözü yaymanızdan ötürü, büyük bir azaba
uğrardınız. Onu dilinize dolamıştınız. Bilmediğiniz şeyleri ağzınıza
alıyordunuz. Onu önemsiz bir şey sanıyordunuz. Oysa Allah katında önemi
büyüktü. Onu işittiğinizde: ‘Bu konuda konuşmamız yakışık almaz. Hâşâ, bu,
büyük bir iftiradır.’ demeniz gerekmez miydi?” (Nûr, ayet: 11-16.) .
Yine sorular:
1- 12. ve 13. ayetlerde, Aişe konusunda söylentiler çıktığında bu
söylentileri duyanlar, “Bu, apaçık bir iftiradır. Bu, büyük bir iftiradır.” demedikleri
için kınanıyorlar. Ayetlerin bu kınaması, Muhammed’ in yakın çevresini, hatta
kendisini de içine almıyor mu? Çünkü onlar da “açık bir iftira, büyük bir
iftira” olduğu kanısını taşımıyorlardı:
- Ali’yi ele alalım. Böyle bir kanıyı taşımadığı için, Muhammed’e Aişe’yi boşamayı önerdiği anlamına gelen sözler bile söylemişti.
- Muhammed’in kendisini ele alalım: Böyle bir kanıyı (iftira olduğu
kanısını) taşımadığı içindir ki, Aişe’ye, eğer ileri sürüldüğü gibi bir suç
işlediyse, bundan dolayı “Tevbe” etmesini önermişti.
2- Ayrıca, kimsenin elinde herhangi bir kanıt bulunmadan, “iftira” olduğu
konusunda kesin bir yargıya varması nasıl beklenebilir? Kuşkusuz “kanıt”
bulunmadığı için “zina” suçunun işlendiğine de yargıda bulunulamaz. Ama tersine
bir kanıya varmadılar ve “iftiradır” hem de “apaçık bir iftiradır, büyük bir
iftiradır” demediler diye insanlar nasıl kınanabiliyor?
3- Ayetlerden ve kimi “rivayetlerden” anlaşıldığına göre: Aişe konusunda
dedikoduları yayanlar, yalnızca “münâfıklar” da değildi:
- 14. ayeti ele alalım: “Allah’ın dünya ve âhirette size lutuf ve merhameti
olmasaydı, o kötü sözü yaymanızdan ötürü, büyük bir azaba ugrardınız.” deniyor.
Demek ki, “o kötü sözü yayanlar” için Tanrı’ nın “dünyada ve âhirette lutuf ve
merhameti” olmuştur. Bu durumda olanlarsa, “Tanrı katında kâfir” sayılan
“münâfıklar” olamazlar. Yani bunlar, “münâfıkların” dışındaki
müslümanlardır.
- 11. ayette sözü edilen “elebaşi’nın kim olabileceği üzerinde durulurken, kimi rivayette bu kimsenin “münâfıkların başı Abdullah Ibn Übey” olduğunu ileri sürerken, kimileri de buradaki anlatımın kapsamı içine, Muhammed’in ünlü şairi Hassan Ibn Sâbit gibi önemli kişilerin de girdiğinden söz ediyor. (Bkz. Taberî, Camiu’l-Beyan, 18/69-70; F.Râzî, 23/174; Tefsiru’n-Nesefî, 3/134.)
Bunlara ne demeli?
4- Tanrı “vahiyle” açıklama yapacaktı da, bu açıklamayı daha önce, yani
dedikodular oluşup yayılmadan niçin yapmadı? Neden “bir ay” bekledi de, başta
“peygamber”i ve sevgili karısı olmak üzere herkesi üzdü? Gelişmeler neden böyle
olmuştur?
5- Bir “zinanın” kanıtlanması için “dört tanık” istemek, gerçekçi bir
yaklaşım mıdır?
Hadiste belirtildiğine göre: Aclanoğulları’nın ileri gelenlerinden Medineli Asım Ibn Adyy in ve aynı kabileden Uveymir’in “Peygamber”den bir sorulan olur:
- Bir adam, karısını bir adamla zina ederken bulsa ne yapmalı? Karısının
tam karnı üzerinde bulsa? Eğer gidip dört erkek tanık bul- maya yönelirse, zina
eden adam işini bitirip gidecektir!!! Dört tanık mı aramalı, yoksa..? (Hadisi
ve soruyu çeşitli biçimiyle görmek için bkz. F.Râzî, 23/164; Buhâri, e’s-Sahih,
Kitabu Tefsiri’l-Kur’an/24/1; Tecrîd, hadis no: 1716; Ebu Dâvüd, Sünen,
Kitabu’t-Talâk/27, hadis no: 1716; Ebu Dâvûd, Sünen, Kitabu’t-Talâk/27, no:
2245.)
Bu soru, “zina” için “dört tanık” isteniyor olmasından kaynaklanmıyor mu?
Abdullah İbn Ömer anlatıyor:
- “Peygamber, Benû Mustalık üzerine gece baskını yaptı. Onlar ansızın yakalanmışlardı. Hayvanları da su başında sulanıyordu. Peygamber, savaşabilir durumda olanlarını öldürttü; çocuklarını da tutsak olarak aldı. O sırada Cüveyriye’yi kendine seçti.” (Bkz. Buhari, Kita- bu’l-Itk/13; Tecrid, hadis no: 1117 Müslim, Kitabu’l-Cihâd/1, hadis no: 1730; Ebu Dâvûd, Sünen,Kitabu’l-Cihâd 100, hadis no: 2633.)
“Cüveyriyye”, “cariyecik” demek. Çok küçük yaştaydı o sırada. 13 yaşında. Asıl adı “Berre” iken, Muhammed’in el koymasından sonra bu adı almıştı.
Yıl: 627. Muhammed, Mekke’yle Medine arasında el Mureysi denen su kaynağı kesiminde
oturan Mustalıkoğulları (Benû Mustalık) kabilesine bir gece baskını düzenliyor.
İstediği sonucu da elde ediyor. Yukarıdaki hadiste, Muhammed’in “savaşır
durumda olanlarını” öldürttüğü anlatılıyorsa da, öldürülen yalnızca on kadar
savaşçı. (Birçok kaynağı bir arada görmek için bkz. Leoni Caetani, çev. Hüseyin
Cahit, İstanbul, 1925, s.145-146.)
“Ganimetler” , “tutsaklar”…
Ve tutsaklar arasında güzel Cüveyriyye. Mustalıkoğulları’nın başkanı Haris’in kızı. Şimdi “cariye” durumunda. Yani alınıp satılabilir nitelikte. Tecrîd’in “mütercim”i Kamil Miras’ın anlattığı gibi, “tutsaklar bölüştürülürken o da, Sâbit Ibn Kays’ın payına düşmüştür.” (Bkz. Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrîd-i Sarih Tercemesi, 1117 numaralı hadisin “İzah”ı.)
Ne var ki kız çok güzel. Üstelik de soylu.
Kız, bu durumundan yararlanmış mıdır? Yeterli bir kanıt yok. Ancak birden, hadiste de belirtildiği gibi, Muhammet’in onu kendine aldığını görüyoruz. Muhammed, kurtulmalığını vererek kızı, alıp kendi karıları arasına katmıştı. Ve ardından “zifaf”.. Arkasından, “idamlık” durumunda olan herkese “beraat”. Muhammed Hamidullah şöyle diyor:
“… Birkaç saat sonra biz, düşmanın, Muhammed’in (A.S.S.) en yakın
dostlarından biri haline geldigini görmekteyiz. (…) Sonunda herkes, ganimetten
eline geçen hisseyi red ve iade etmekte tereddüd geçirmedi. İKİ YÜZ AİLENİN
BİRDEN, hiç beklenmedik bir şekilde hürriyetlerine kavuşturulmaları üzerine,
Mustalık’lılar, kaybettikleri on savaşçıyı pek çabuk unuttular. Ve sonunda
Islam’ı kabul ettiler.” (Bkz. Prof. Dr. Muhammed Hamidullah, Islâm Peygamberi,
çev. Prof.Dr. Salih Tug, İstanbul, 1980, 1/264)
Bu durum karşısında: “Ey güzel ve aşk (!), sen nelere kadirsin!” demek yerinde olmaz mı? ‘
Muhammed 56 yaşındaydı o sırada. Güzel körpecik Cüveyriyye’ yi, koynuna almak için hiç zaman yitirmemişti. Suyun yanında hemen kurulan meşin çadırında işini görmüştü. Karılarından Aişe de oradayken… Cüveyriyye ve Aişe aynı yaştalardı. Medine’ye dönüşte de Aişe’ nin kolyesi ve Safvan olayı meydana gelecektir. Acaba, Aişe Muhammed’den bir öç almak istemiş miydi? Cüveyriyye’ yi kıskanmış olarak?
“Kurtulmalık” lar ödenmeden ve tutsaklar daha özgürlüklerine kavuşturulmadan bir şey olmuştu.
Anılmaya, üzerinde durulmaya değer bir şey:
Muhammed, tutsak kadınların ırzlarına geçilmesine izin veriyor:
Ebu Said el Hudfı’nin anlatmasıyla “tutsaklar arasında Arab’ın en nefis
kadınları” bulunuyordu. (Bkz. Müslim, e’s-Sahih, Kitabu’n- Nikâh/125, hadis no:
1438.) Ve o baskını gerçekleştirmiş olan Müslümanların ağızlarının suyu
akıyordu güzel kadınları görürken. Hemen yatmak istiyorlardı. Yatmak
istedikleri kadınlar, birer “cariye” durumuna gelmiş değiller miydi? Öyleyse
müslümanlara “helâl”diler. Gerçi Muhammed’in: “Tanrı’ya ve âhiret gününe inanan
bir kimse için, kendi suyuyla (menisiyle) başkasının tarlasını (başkasının
cinsel ilişki kurdugu kadını) sulaması helâl olmaz.” dediği de aktarılıyor. Ve
bu arada: “Tanrıya ve âhiret gününe inanan bir kimseye, başkasının menisinden
temizledikçe (istibrâ, fıkıhçılara göre bir ay içinde olur) hiçbir tutsak
kadınla cinsel ilişki kurmak helâl olmaz.” diye de eklediği belirtiliyor. (Bkz.
Ebu Dâvûd, Kitabu’n-Nikâh/45, hadis no: 2158.) Ama çelişki yalnızca bu konuda
degil ki…
Ebu Said el Hudrî anlatıyor:
- “Peygamberle birlikte Benû Mustalık Gazası’na çıktık. Ve Arap tutsaklarından tutsaklar elde ettik. O sırada kadınlar iştahımızı çekti. Bekarlık çok güç gelmişti bize o günlerde. Ve azil yapmak istedik. İstiyorduk azil yapmayı. Ancak, ‘Peygamber aramızdayken ona sormadan nasıl azil yapacağız?’ dedik ve gidip peygambere sorduk. Peygamber de azil yapmamakta sizin için bir sakınca yoktur. (Yapabilirsiniz de. Yapmaya bilirsiniz de.) Ama bilin ki, kıyamet gününe değin meydana gelecek bir yavru, ne olursa olsun meydana gelir.” (Bkz. Buhari, e’s-Sahih, Kitabu’l-Itk/13; Tecrîd, hadis no: 1596; Müslim, e’s-Sahih, Kitabu’n-Nikâh/127, hadis no: 1438; Ebu Davud, Sünen, Kitabu’n- Nikâh/49, hadis no: 2170.) Kimileri, “azl”in ne demek öldüğünü bilmedikleri için bu hadisin anlamını tam olarak anlamamışlardır.
“Azl” (azil), cinsel ilişki sırasında, erkeğin, meniyi, kadının cinsel organına boşaltmadan çekmesidir. Yani, meniyi kadınlık organının dışına boşaltmak. Hadiste anlatılanın özeti şu:
Müslümanlar, ellerindeki “tutsak kadınlar”la cinsel ilişkide bulunmak istiyorlardı. Ama bir sorunları vardı: Ya çocukları olursa? İlişki kuracakları bu kadınlardan çocuk olsun istemiyorlardı.
Tecrit “mütercim”i Kamil Miras, bu
istememeyi, şöyle açıklıyor:
“Bu suretle (yani meniyi dışa boşaltmak biçiminde) esir kadınlara yaklaşmak
istemeleri (şu yüzdendir): Yüklü (gebe) veya evlat anası kadınlar satılamazdı.
Halbuki gazilerin paraya ihtiyaçları bulunduğundan satmak istiyorlardı.” (Bkz.
Diyanet yayınlarından Tecrid, 1596 numaralı hadis, not: 1.)
Kısacası: Tutsak kadınların ırzına geçebilirlerdi “gaziler”. Ama bu işi yaptıktan sonra da “çocuk sorunuyla” karşılaşmak isteniyorlardı. Çünkü gerektiğinde bu tutsak kadınları satabilirlerdi. Buna bir engel çıkmamalıydı. “Azl”i bunun için istemiş ve “Peygamber”e danışmışlardı. Peygamber de temelde bu kadınların ırzlarına geçilmesinde bir sakınca görmüyordu, buna izin veriyordu. “Azl”e gelince. Bunda da bir sakınca bulunmadığını dolaylı olarak belirtiyordu.
Muhammed’in Marya ile Hafsa’nın yatağında yakalanması:
Gün, Muhammed’ in karılarından Hafsa’nın günüydü. O gün Muhammed, Hafsa’yla cinsel ilişkide bulunmak üzere kalkıp gider. Hafsa’nın odasına varır. Ama
Hafsa’yı bulamaz. Tam o sırada da, bir zamanlar Mısır Mukavkısı’nın kendisine
armağan ettiği cariyelerden Marya ortaya çıkmıştır. O anda Muhammed, cinsel
ilişki için tam hazırlıklıdır. Cariye’yi tutup yatırır Hafsa’nın yatağına, ve
işini görmeye başlar. Muhammed’in cariyesi ile yatması doğal. Kuran da,
karılarının dışında cariyeleriyle de yatmasına olanak veriyor (bkz. Ahzab
suresi, ayet 50,52) İşin bu noktası olağan olmasına olağan. Ne var ki, cariyeyi
özgür (hurre) olan bir kadının, üstelik Ömer kızı Hafsa’nın yatağında koynuna
alıyor. İşte bu olağan değil. Terslik bu ya, o sırada, Hafsa da çıkagelmiştir.
Muhammed’ in Marya (Mariye) ile ilişkisini görür. Bir süre kendine egemen olup
kapıda bekler. Muhammed işini bitirmiştir.
Hafsa tepkisini gösterir:
“Tanrı elçisi! Sen beni kötü duruma düşürdün, aşağıladın. Öyle bir şey
yaptın ki, benzerini hiçbir karına yapmadın! Benim günümde, benim sıramda ve
benim yatağımda bir cariyeyi yatırıp yapıyorsun!”
Muhammed ne desin? Sonra, Muhammed’ ile Hafsa arasında şu konuşma geçer:
Muhammed: “Vallahi Billahi Marya ile bir daha yatmayacağım!”
“Hafsa! Marya’ yı kendime haram etsem de ona bir daha yaklaşmasam; bundan hoşnut olur musun?
“Evet!”
Muhammed hemen ant içmiştir:
“Hafsa! Aramızda kalsın, bunu sakın kimseye söyleme, olmaz mı?”
“Tamam!”
Ne ki, Hafsa bu durumu Aişe’ye anlatır. (Bkz. Taberi, Camiu’l-Beyan,28/102) Kimi aktarmaya göre de Muhammed’in Hafsa ile yakalanması, Aişe’nin gününde olmuştur. Hafsa bunu öğrenmiştir. Muhammed, ondan bunu durumu kimseye söylememesini istemiş, bunu isterken de “Marya’yı kendime haram ettim. Sana bir müjdem var. Ebubekir’le Ömer, benden sonra, ümmetin işlerini ele alacaklar (halife olacaklar).” Ama, Hafsa, olayı Aişe’ye anlatır. (Bkz.F.Razi,30/41,43)
Muhammed’in, Marya’yı kendisine haram etmesi, yani bu cariyeyle bir daha
yatmayacağına ant içmesi üzerine yeni ayetler gelir:
“Ey Peygamber! Karılarını hoşnut edeceksin diye, Tanrı’nın sana helal
kılmış olanı kendine neden haram yaparsın? Tanrı bağışlayan ve acıyandır.”(Bkz.
Tahrim suresi, ayet:1. Bu ayetin, anlatılan Marya olayı nedeniyle geldiğine
ilişkin hadisler ve yorumlar için aynı tefsirlere bkz.)
Bu ayetin ve bunu izleyen 4 ayetin “iniş nedeni” olarak, bir “bal şerbeti
öyküsü”nü içeren aktarmalar da var. Ama her zaman İslam’ ın açıklarını kapatma
çabaları gösteren Muhammed Ali Subuni bile, ayetlerin, “Marya (Mariye) olayı”
nedeniyle geldiğini anlatan hadisin açıklamasının daha doğru olduğunu savunur.
(Bkz. Muhammed Ali Sabuni, Safvetu’t-Tefasir,3/406-407)
Başka İslamcılarsa, İslam’ın durumunu kurtarmak amacıyla, buradaki ayetleri
“Marya olayı”na değil, “bal şerbeti” öyküsünü içeren hadise bağlamayı daha
uygun bulurlar. Kuşkusuz, zorlamalarla.
Muhammed, Marya ile yatmayı sürdürmüştü. Ondan bir oğlu olmuştu: İbrahim. Bu oğlan epeyce büyüdükten sonra ölmüştür.
Muhammed, Marya ile yatmayı sürdürmüştü. Ondan bir oğlu olmuştu: İbrahim. Bu oğlan epeyce büyüdükten sonra ölmüştür.
Muhammed’in Şehveti:
Bir hadise göre: Muhammed nerede ilgisini çeken güzel, bir kadın görse,
hemen eve gider; Zeyneb’le yatardı. Böylece şehvetini giderirdi.
Câbir lbn Abdullah anlatıyor:
- “Peygamber bir kadın gördü; hemen Zeyneb’e gitti. Ki Zeyneb o sırada bir
derisini ovup işliyordu. Peygamber hemen cinsel ihtiyacını gördü. Sonra
arkadaşlarının yanına çıktı. Ve şöyle konuştu:
- Kadın, şeytan biçiminde çıkar karşıya. Ve yine şeytan biçiminde dönüp gider. Bu nedenle sizden herhangi biriniz bir kadın gördü mü, hemen karısına gidip onunla yatsın. Çünkü bu (cinsel ilişki), o kişinin içindekini (kabaran şehvetini) söndürür.” (Bkz. Müslim, e’s- Sahih, Kitabu’n-Nikâh/9-10, hadis no: 1403; Ebu Davud, Sünen, Kitabu’n-Nikâh/44, hadis no: 2151; Tirmizî, Sünen, Kitab’r-Rıdâ’/9, hadis no: 1158.)
Bu hadiste açıkça ortaya çıkan şu:
- Muhammed, karılarının dışında da bir kadına “şehvetle” bakıyordu. Ve
ilgisini çeken bir kadın gördüğünde “şehvete geliyor”du. Bu kimi ayetlerle de
dile getiriliyor. Örneğin Ahzab Suresinin 52. ayetinde, karı almasına sınır
getirilirken “(başka kadınların) güzellikleri seni imrendirse bile…” deniyor.
Aynı hadise yer veren Gazalî de, “şehvet”in önemini ve cinsel ilişkide bulunup
rahatlamanın sağladığı yararı uzun uzun anlatıyor; bu arada da, Muhammed’in
şehvetine ve gereksinimini nasıl karşıladığına geniş yer veriyor. (Bkz. Gazali,
lhya-u Ulûmiddin, Arapça, 2/27-29.)
- Muhammed için “kadın”, erkeği her zaman baştan çıkaran bir “şehvet
kabartan”dı. – Muhammed gözünde “kadın”, her zaman “şeytan” görünümündeydi.
(Muhammed’in “kadın”ı şeytan görmesine ve genel olarak “kadın”a bakışına
ilişkin örnekleriyle geniş bilgi için, Prof.br. İlhan Arsel’in “Şeriat ve
Kadın” adlı, son derece değerli kitabına bkz.)
- Çıkan bir başka sonuç da şu:
Muhammed’e göre, bir kadın, cinsel ilişki kurmak isteyen kocasına karşı
koyamaz, karşı koymamalıdır. Muhammed’in bunu işleyen, öğütleyen, buyuran
pek çok hadisi vardır. Bunlardan iki örneği burada görelim: “Bir adam karısını
yatağına (cinsel ilişki için) çağırsa da, kadın yanaşmasa, o sırada cinsel
ilişkide bulunmazsa ve bu yüzden kocası geceyi öfkeli-sinirli olarak geçirse,
melekler o kadına, sabaha değin lanet ederler.” (Bkz. Buhâr’i, e’s-Sahih,
Kitabu Bed’il’halk/7; Tecrîd, hadis no: 1337; Müslim, e’s-Sahih,
Kitabu’n-Nikâh/120-122, hadis no: 1436; Ebu Dâvûd, Sünen, Kitabu’n-Nikâh/42,
hadis no: 2141.)
– “Bir adam karısını cinsel ihtiyacını gidermek için çağırdığı
zaman, kadın hemen o çağrıya uymalıdır. Kadın, tandırda (fırında, ocakta) o
anda iş görüyor olsa bile…” (Bkz. Tirmizi, Sünen, Kitabu’r-Rıdâ/ 10, hadis no:
1160.) Asıl konumuza gelelim: Muhammed’in, gördüğü yabancı kadının şehvet
çekiciliği karşısında kalır kalmaz eve koşması ve cinsel ilişkide bulunmak için
Zeyneb’i seçmesi
ilginçtir...
Muhammed ve Güzel Safiyye:
Yıl: 628. Diyanet yayınlarından “Tecrid”in “mütercim”i Kamil Miras’ın
anlatımıyla “güzel bir vahanın ortasında kurulmuş olan Hayber Kasabası”nın
görülebilen “en nefis hurmalıkları”ndan yüzlercesi Muhammed”in buyruğuyla
kesilmişti. “Tanrı’nın buyruğudur” diye. Her zaman olduğu gibi… İşte Kur’an
ayeti: (Çev. Diyanet’in)
-”İnkârcı kitap ehlinin yurtlarında hurma ağaçlarını kesmeniz veya onları
kesmeyip gövdeleri üzerinde ayakta bırakmanız Allah’ın izniyledir. Allah,
yoldan çıkanları böylece rezilliğe uğratır” (Haşr Suresi, ayet: 5.) Bu ayet,
Muhammed’in Benû Nadir’in hurmalıklarını yaktırmasına yöneltilen eleştirilere
cevaptır. (Bkz. Buhari, e’s-Sahih, Kitabu’l-Cihad / 154; Müslim, e’s-Sahih,
Kitabu’l-Cihad /10; h. no: 1746; Ebu Davud, Sünen, Kitabu’l-Cihad /91, h. no:
2615.)
“Hurma soykırımı”yla birlikte “insan soykırımı” da yapılmıştı. Özellikle
yahudilerin yerleşim bölgelerinde. Bunlardan biri de “Hayber”de
gerçekleştiriliyordu. . Hayberin birçok “kale”si vardı. Bir buçuk aya yakın bir
süre içinde, yahudilerin kendi içlerinden gelip Muhammed’den güvence alan kimi
hainlerinin yardımıyla “kale”ler bir bir düştü ve müslümanlar kazanmış oldular.
Kuran’ın Tevrat’tan aktarılan “Tann”sı “İsrailoğulları”nı, yani Yahudi
toplumunu, “tüm toplumlardan üstün yaptığını” duyuruyor. (Bkz. Bakara, ayet:
47, 122; A’raf, ayet: 140.) Ama “Hayber Savaşı”nda Yahudilere yardım etmemişti.
“Ganimet”ler, tutsaklar. Bunlar içinde de kadın ve çocuklar. Ağlaşmalar,
sızlanmalar…
Ve bu arada, yakınlarıyla birlikte tutsak düşmüş olan Safiyye. Güzeller
içinde bir başka güzel. Ne var ki acılar içinde… Yakınlarından kiminin kellesi
gitmiş bu savaşta. Kimi de işkence altında… Babası, kafası kesilenler arasında,
kocası ve kocasının kardeşi sorgulanıyor, işkence görüyor. Bir süre sonra
ölürüleceklerdir.
Safiyyenin Ailesinden Kişiler İşkenceyle Öldürülüyor:
Leoni Caetani, “Muhammed, ihtimal ki güzel Safiyye’ye göz koymuş olduğu,
zevcinden (kocasından) kurtulmak istediği için Kinane / Ibn Rebia / Ibn
Ebi’l-Hukayk’ı celbetti; Ebi’l-Hukayk ailesinin meşhur mücevheratını teslim
etmesini istedi…” dedikten sonra birtakım bilgiler aktarıyor. Bu bilgilere
göre, gerek Kinane, gerekse kardeşi hazinenin yerini söylemiyorlar. Ama
hazinenin bir kesimi sonradan bulunuyor. Ne var ki, Muhammed tümünü elde etme
kararında. Başlıyor işkence ettirneye.
Bu Kinane, Safıyye’nin kısa bir süre önce evlendiği kocasıdır. Bir süre
sonra Muhammed’in koynuna sokulacak olan Safiyye’nin kocası… Caetani aktardığı
bilgiler arasında şunlan da yazıyor:
- “Kinane’ye, hazinenin bir kısmını başka bir yere saklamış olup olmadığını
söyletmek için müthiş işkenceler yapıldı. Zübeyr Ibnü’l- Avvâm
(sağlıklarındayken cennetlik olduklan bildirilmiş on kişiden biri), Peygamberin
emirlerini bizzat tatbik etti. Zavallının ağzından bir şey alamayınca, YANAN
ODUNLARLA GÖĞSÜNÜ DELDİ. Ölecek durumdayken Muhammed lbn Mesleme’ye teslim
etti. O da biraderi Mahmud’un intikamını almak için Kinane’nin ızdırabına
nihayet verdi, onu öldürdü. Kinane’nin kardeşine de pek zalimane işkenceler
yapıldı. (…) Iki bedbaht yahudi terk-i hayat eder etmez, Muhammed kadınları
celbettirdi…” (Bkz. Leoni Caetani, İslam Tarihçe. Hüseyin Cahid Yalçın,
Istanbul, 1925, 5 / 123-124.)
Caetani’nin bu yazdıkları kimi İslami kaynaklara da dayanıyor. Bununla
birlikte ne ölçüde doğru, ya da doğru olanların ne kadarını içine alıyor? Kesin
birşey söylenemez kuşkusuz. Ama şurası, İslam dünyasında en sağlam kabul edilen
kaynaklarda da yer alıyor ki; Safiyye, Hayber Savaşı’ nda ve sonucunda aile
üyelerini yitirmişti. Babasını, kocasını, kocasının kardeşini…
(Karşılaştırmalar ve geniş bilgi için Prof. Dr. İlhan Arsel’ in Şeriat ve Kadın
adlı kitabına başvurmayı öneririm.) Müslümanların elinde katledilmişti
Safiyye’nin aile üyeleri. Muhammed’in buyruğuyla… Ama şimdi bu Safiyye, aynı
Muhammed’ in karısı yapılacak ve yolda da koynuna sokulacak.
Muhammed, Safiyye’yi Dıhye’nin Elinden Alıyor:
“Hadis”lerden aldığımız bilgiye göre:
Savaş sonrasında, Dıhyetü’l-Kelbı adındaki delikanlı Arap, Muhammed’e
gelir; tutsak kadınlardan birini kendisine alması için ondan izin ister.
Muhammed de, hadisi çeviren Kamil Miras’ın çevirisiyle: “Haydi git de bir
câriye al!” diye karşılık verir. Ne var ki Dıhye gidip Safiyye’yi alır. Bunu
gören bir başka Arap hemen koşup Muhammed’e haber verir. Safiyye’nin Dıhye’ye
değil; “Peygamber”e uygun olacagını söyler. Muhammed’de Dıhye’yi çağırtır;
“başka bir cariyeyi” almasını söyler. Dıhye’ye verilen “cariye”, Safiyye’nin
kocasının kızkardeşidir. Muhammed, kendisine “karı” olmanın karşılığında
Safiyye’yi “azâd” eder. Yani, “âzâd etmiş olma”yı, evlilikte verilmesi gereken
“mehir” sayar. Yola çıkıldığında, bir yandan da “zifaf’ düşünülmektedir. Ümmiü
Süleym, Safiyye’yi hazırlar. Ve gece olunca da Muhammed’in koynuna koyar.”
(Başta Buhari, en sağlam hadis kiıaplarında da yer alan bu hadisi, Kamil
Miras’ın çeviri ve “Izah”ını da görmek için Bkz. Sahih-i Buhari Muhtasarı
Tecrîd-i Sarih Tercemesi, Ankara, 1985, Diyanet Yayınlarından, 2/299-310.)
Safiyye’yi Muhammed Neden Almıştı?
Bu soruya karşılık olarak ileri sürülenin özeli şu:
-Safiyye, soylu bir aileden geliyordu. Babası Benû Nadîr kabilesinin başı, kocası da yine çok ileri gelenlerden biriydi. Bu nedenle onu, sıradan bir kimseye vermek uygun olmazdı. Yahudiler için bu, bir utanç konusu olurdu. En iyisi “Peygamber”e kan yapmaktı. Bu yola gidildi.
Diyanet yayınları arasında yer alan Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih tercemesinde, 1612. hadisin “İzah”ında Kamil Miras şöyle diyor:
- ” Hazreti Safiyye, Huyay Ibn Ahtab’ın kızıdır. Beni Nadır ve Beni Kurayza’nın en şerefli bir ailesine mensuptu. Hayber Yahudileri’nin reisi Kinane Ibn Rabi ile yeni evlenmişti. HER İKİ CİHETLE ASALETİ vardı. (…) Hayber reisinin gelini (karısı) ve Beni Nadır’ın en şerefli bir aile kızı olan Safiyye’nin Dıhye’ye verilmesi, YAHUDİLER İÇİN PEK ZİYADE ÂR’ı ve hacaleti (utanca) mucip olacağı be- yaniyle itiraz edildi. Resûlu Ekrem (Peygamber) de Dıhye’den istirdad (geri alıp) ve azâd ederek nikâhla kadınları arasına ithal etti.”
Bu Gerekçede Mantık Var mı?
Gerekçe bu olunca, şu sorular sorulabilir:
- O “soylu”, o ,”şerefli” denenler hep kılıçtan geçirilmemiş miydi? Geriye
ne kalmıştı ki onlar için “âr (utanç)” söiz konusu olsun? “Şerefi”
olduklarından söz edilen “Beni Kurayza”ya, o ‘Resûlu Ekrem”in (Muhammed’in)
arkadaşlarına uygulattırdığı korkunçluklar, işkence ve soykırım, benzeri ancak
tarihin en ilkel dönemlerinin en ilkel insanlarında görülebilir türdendi. Bütün
bunlar, Islam’ın kendi kaynaklarından belgelerle sergilenebilir. Ama yeri
burası değil. Burada, Muhammed’in “şehvet”i nedeniyle Safiyye’den söz etmektir
konu.
” Safiyye’nin Muhammed’e verilmesinin, yahudilerin gönlünü kazanmakla ya da
onların düşmanlık ve kinlerini yumuşatmakla da hiç ama hiç ilgisi yoktur. Çünkü
Hayber Seferi, Hicretin 7. yılına rastlar. Oysa Muhammed, daha Hicretin ikinci
yılından itibaren Yahudilere karşı düşmanlık siyasetine başlamış ve onları imha
planlan hazırlamiştır. Hayber seferine giriştigi tarihlerde, artık Yahudilerin
kökünü iyice kazıma safhasındaydı. Benû Kaynuka, Benu Kurayza ve Benû Nadîr
gibi, Medine’nin en ünlü Yahudilerini temizlemiş ve sıra Hayber Yahudilerine
gelmişti…” (Arsel, bunu, “Şeriat ve Kadın”ın savunması için yazmış, ama yayımlanmamıştır.
T.D.)
- Muhammed Safiyye’yi Dıhye’nin elinden alınca, bu kadının “kocasının
kızkardeşi”ni vermişti ona. Aynı aileden olduğuna göre onun da “asalet”i vardı.
Dıhye’ye o nasıl verilebilmişti? O zaman “âr” olacağı düşünülmemiş miydi?
- Hepsi bir yana da; Muhammed, en yakınlarını, sevdiklerini öldürttüğü bir kadını Safiyye’yi o acılı gününde koynuna nasıl alabilmişti? Onunla nasıl sevişebilmişti? Bunun “cevabı” verilebilir mi? Safiyye o sırada, daha “körpe” denecek yaştayken Muhammed, 57 yaşındaydı.
Muhammed’ in “şehvet”ini ve “Tanrısının” bu “şehvet”e büyük önem verip
kolaylıklar gösterdiğini anlatmak için, karılarını-cariyelerini tümüyle ve
öyküleriyle sıralayıp anlatmaya gerek yok. Konu, bu kadar örnekle de
anlaşılmıştır. Amaç, bir gerçeği açığa çıkarmak.Ve gün ışığına çıkarılacak bu
tür gerçeklerle, insanlığın önündeki “tabuların” yıkılmasında yararlı
olabilecek bir katkı sağlamak. Daha ışıklı, daha güzel, daha özgür bir dünya
için…
Muhammed’ in Neden Çok Karısı Vardı?
İslamcılara bakarsanız şöyle açıklanabilir:
- “Peygamber”, kimi kadınlara “acımıştı” da o nedenle almıştı onları.
Önce bunun hiç olamayacağını, gerçeklerle hiçbir biçimde bağdaşmadığını belirtelim. Yoksul, çaresiz kadın mı toplamıştı Muhammed? Hangisi bu durumdaydı? O çağda, o yörelerde sayılamayacak kadar yoksul, çaresiz kadın vardı. Muhammed onların hangi birini alacaktı? Bu amaca yönelseydi başa çıkabilir miydi? Sonra “yoksul”un “çaresiz”in sorunu çözme yolu; onunla Muhammed’ in evlenmesi miydi?
-”Peygamber”, kimileriyle de “siyasi sebeplerle” evlenmişti.
Bunu diyen İslâmcılara şunu sormak gerekir: Muhammed bir “Peygamber”
idiyse, böyle “siyasi sebepler”e neden gerek duyuyordu? “Tanrısının” yardımı
yeterli değil miydi? Bu yardım yeterli değil miydi de, bir sürü kadın topladı?
Hem de bir kesimi genç, körpe… Ve bu kadınları kimseyle evlenmeleri mümkün
olmayan birer “
Bu sözde yazı, tamamen palavradır.tahminimce yazı sahibi İslam dininden değil ki her harfinden intikam naraları akıyor
YanıtlaSil